Tabii sonradan işler değişti ve Ege'de bir kasabaya yerleşme fikrini ilk olarak bundan tam 6 sene önce 5 Şubat 2008'de ciddi olarak düşünmeye başladım. Bu yazıyı yazmamın, yine aynı tarihe denk gelmesi ise hoş bir rastlantı oldu. Neyse efendim, bu yazıda Bodrum'a yerleşme kararımın sebeplerinin tamamını açıklamak yerine ilk başlangıçtan bahsedeceğim. İlk kez "ben bu şehirden gitmeliyim" dediğim zamandan.
-------
Hastahane'ye girer girmez ilk dikkatimi çeken şey, hastaların ellerinde bir ucunda nargileye benzer sisteme bağlı hortumlar ile gezmeleri oldu. Acaba ne bu diye aramızda konuşurken bir yandan da muayene sırası aldık, röntgen çekildi ve sıra bana gelince doktor odasına girdim. Doktor filme şöyle bir baktı ve "spontan pnömotoraks" teşhisi koydu. Diren takılacak diye servise yönlendirdiler. Tamam dedim tedavisi bu ise yapacak birşey yok. Yaklaşık olarak muayene odasına girdikten 15 dakika sonra artık benim de elimde ucunda nargileye benzer tüp olan bir hortum vardı. O zamana kadar dikkat etmediğim tarafı ise o hortumun diğer ucunun koltuk altından delik açılarak akciğerlerden içeri salınan yaklaşık 20 cm kadarlık kısmıydı.
Pnömotoraks nedir?
Göğüs boşluğunun sağ ve sol tarafında yer alan akciğerler, biri göğüs duvarının iç yüzeyini örten diğeri ise akciğerlerin dış yüzeyini kaplayan çok ince 2 kılıfla sarılmışlardır. Akciğer zarı yada plevra adı verilen bu 2 kılıf arasında normalde hava bulunmaz ve bu alandaki basınç negatif değerlerdedir. Akciğer dokusu normalde aynı bir balon gibi büzülme ve sönme eğiliminde olmasına rağmen plevra boşluğundaki bu negatif basınç sayesinde şişkin kalmakta ve nefes alma sırasında solunum kasları ile göğüs boşluğu daha fazla genişletildiğinde içeriye bir miktar hava girmekte, nefes verme ile alınan hava dışarı atılmaktadır. Ancak en zorlu nefes verme sonunda bile akciğerlerde belirli bir miktar hava daima kalmaktadır yani akciğer tamamen sönmemektedir. Akciğeri çevreleyen ve aslında gerçek bir boşluk olmayan bu sanal boşlukta çok az miktarda kaygan bir sıvı bulunur ve bu sayede soluk alıp verme esnasında akciğerler hareket edebilir.
Göğüs duvarı yaralanmalarında olduğu gibi dışarıdan veya akciğer hastalıklarına bağlı olarak akciğer dokusunun yırtılması sonucu içeriden plevra boşluğuna hava girmesi halinde bu boşluktaki basınç negatif değerlerden nötr yada pozitif değerlere yükselir ki bu durumda akciğer kendisini açık tutacak bir güç kalmadığından aynı bir balon gibi söner. Pnömotoraks adı verilen bu durumda sönen akciğer kısmen yada tamamen solunum işlevini yerine getiremez hale gelir.
Yukarıdaki tanımdan da anlaşılacağı gibi pnömotoraks başlıca 2 grupta sınıflandırılır. Travmatik pnömotoraksta göğüs duvarını delerek plevra boşluğuna hava girmesine neden olan bir yaralanma söz konusu iken, spontan (kendiliğinden) pnömotoraksta ise akciğer dokusunun yırtılması ile havayollarımızdan plevra boşluğuna kaçak olması tabloya neden olmaktadır. Spontan pnömotoraks bazen KOAH, akciğer tüberkülozu, astım, akciğer kanseri, bronşektazi, akciğer absesi gibi altta yatan hastalığının akciğer dokusunda yaptığı tahribat ve yırtılma sonucunda bazen de hiçbir akciğer hastalığı olmayan sağlıklı bireylerde ortaya çıkabilir
Kaynak : www.akciğerim.com
Ziyaretçilerin ilk yazıda midesini kaldırmamak için bu konu ile ilgili resim paylaşmıyorum. Midesi kaldıranlar "pnömotoraks" diye arama yaparlarsa yeterince görsel içerik bulacaklardır.
Pnömotoraks'ın da ne olduğu bilgisini verdiğimize göre artık konumuza kaldığımız yerden devam edebiliriz. Diren takılma işleminin sonrasında 1. cerrahi bölümünde boş yatak olmadığı için beni geçici bir yatağa aldılar ve sabahleyin başka bir odaya alınacağım söylediler. Geceyi geçirmem için gösterdikleri yatak, yaklaşık 8 kişilik bir hastahane koğuşunun en köşedeki olanı. O sırada söylendiğim ve talihsizlik olarak gördüğüm bu durumun, ertesi sabah hayatımı kurtaracağını henüz bilmiyordum.
Zorlu bir gecenin ardından, sabah yatağımın hazır olduğunu ve odama geçmemi söylediler. Aynı kattaki odama geçerken soğuk soğuk terlemeye başladım. Ayakta durmakta zorlanıyor ve kontrolümü kaybetmek üzere olduğumu hissediyordum. Doktorlar koridorda durumumun çabuk farkına vardılar ve acil ameliyata aldılar. İç kanama geçiriyormuşum, bir hayli de kan kaybetmişim. Ayağa kalkınca ortaya çıktı. Eğer gece boş yatak bulmuş olsaydım belki de çok daha geç farkına varılacak ve kurtarılamayacaktım. Hayat bu kadar pamuk ipliğine ve tesadüflere bağlı.
Gözümü açtığımda yoğun bakımdaydım ve burnuma ağaç talaşı kokusu geliyordu (bu konuya başka bir yazıda değineceğim). Yoğun bakım'ın pek anlatılacak birşeyi yok aslında, duş perdesinin arkasından dışarıda olan biteni anlamaya çalışıyormuşsunuz gibi. Giderek sesler ve görüntüler düzelmeye başlıyor, sonrasında da odanıza alınıyorsunuz.
Odama alındığımda artık bilincim yerine gelmişti ama akşamdan kalmışım gibi bir his vardı üzerimde. Ziyaretçiler, kontroller filan derken hava karardı, ben de biraz daha kendime geldim. Göğüs kafesimin sağ tarafımda 30'dan fazla dikiş olsa da ağrı kesiciler sayesinde pek problem yaşamıyordum. Biraz kafamı toplama fırsatı bulunca son birkaç gündür başımdan geçenleri düşünmeye başladım.
İşler biraz ters gitmiş olsa 5 Şubat 2008 gecesini - 6 Şubat'a bağlayan geceyi morgta geçiriyor olacaktım. Neyse ki herşey yolunda gitmişti. Peki herşey yolunda gitmemiş olsaydı ne olacaktı? Ne bırakacaktım geride? Bırakmak derken, çoluk, çocuk, zenginlik, mal, mülk veya maddi değeri olan herhangi birşeyden bahsetmiyorum. Yaşanmış, kendime ait ne bırakacaktım? Aile ve yakın dostları saymazsan geriye bıraktığım sadece iş olacaktı. İş-iş-iş. Çok mu para kazandın dersen, o da yok. E ne yaptın peki sen 32 senedir?
Çalıştım...
Başka?
Hiç...
İşte bu "hiç" cevabı, beni bundan sonra alacağım kararlara hazırladı. Artık çalışmak için yaşamaktan o gece vazgeçtim. O gece hayatımı idame ettirmek için çalışmayı öğrendim. Tabii tek başına bu karar mutlu olmak için yetmezdi. İleriki bir tarihte son nefesimi verirken "keşke" dediklerimi mümkün olduğunca azaltmalıydım.
Peki nereden başlayacaktım? Biraz düşününce cevap gecikmedi. Elbette sigarayı bırakarak başlamalıydım. Ve o gece bıraktım. (bugün tam 6 sene olmuş) O gece daha farkına varamamış olsam da, çok çok rahat bir biçimde 16 yıllık sigara tiryakiliğime son verdim. Kimse için değil, kimseye kızdığım için değil, hastalığım için değil. Sadece kendime iyi davranmak için.
Peki sonra? Sigarayı bırakmak ve iş temponu düzene almak bütün meseleyi kökten çözmüyordu. İşte o anda, İstanbul karmaşasının da bana göre olmadığını anladım. İstanbul'u fikren bile olsa bırakmak sigarayı bırakmaktan daha zorladı desem yeridir. Sonrasında ardı ardına sorular kafamda belirmeye başladı.
- Gerçekten istiyor muydum?
- Mantıklı mıydı?
- Ne iş yapacaktım?
- Nasıl yaşayacaktım?
- İstanbul'u özleyecek miydim?
- Yurtiçin de bir yeremi gitmeliydim, yoksa yurtdışına mı göçmeliydim?
- Yurtiçinde veya yurtdışında nerelerde severek yaşayabilirdim?
- ...
- ..
- .
Zamanla hepsine cevap buldum. Vakit buldukça hepsini tek tek yazacağım.
Gelelim asıl soruya "Nereden çıktı bu Bodrum işi?"
İşte böyle bir gecenin sonunda ve psikolojisiyle çıktı.
Sonu iyi mi olur, kötü mü olur bilmiyorum.
Sadece daha mutlu olacağım inancı ile bir "keşke" yi daha hayat defterimden siliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder